Bir Kızılörenlinin gurbet maceraları

1.Bölüm: Yeni bir başlangıç lazım... :

1960 lı yıllar... Daha Kızılören Kasabası tam anlamıyla dışarıya özellikle de İstanbul’a açılamamış kendi yağında kavrulurken bir adamın Ahmet diye bir oğlu varmış. İlkokulu gücül bela bitirmiş çobanlık yaparmış. Ahmet 16-17 yaşlarına geldiğinde yine dağda davar yayarken dalın dibine oturmuş derin hayallere dalmış. Köyde geçirdiği günleri, hayatının akışını düşünmüş. Bakmış ki hiç bir değişiklik yok, bu hayat böyle gelmiş böyle devam edecek. Ahmet ne yapsın o  zaman ne Mersin’e gitme durumu var ne Tahtakale gibi bir yer var. Mecbur bu hayatı Kızılören’de sürecek. Kafasında katırlar tepinir, tilkiler kıvranır. Hergün aynı iş. Hayatının monotonluğundan bıkmış Ahmet. Gözüyle göğün yüzüne resim tahayyül ederken aklına evlenmek gelir. “Ulan” der. “Zaten başka yapacak iş yok, babama varıyım söyleyim beni eversin”. Akşam olur babasının karşısına çıkar.

- “Ağa beni ever artık”

- “Baaa.. Bizim oğlana bahale. Büyüdün de evlenecem mi diyon”

- “Hee”

- “Kimin kızını alacan?”

- “Sen bilin baba”

- “Yürü yanından eşşoğleşşek, seni neyle everiyim, kendin kazan evlen. Senin kahrını çekemiyorum bir de elin eksik eteğini getirip başıma bela mı edeyim” derken tokadı da Ahmet’in enseye geçirir. Bu olay Ahmet’in çok zoruna gitmiştir. Ruhuna çizdiği resmin yırtılışından utanmıştır. Babasının lafları da çok ağırına gelir ve o gece evden kaçar gider.

Sabah olduğunda köyün önünde bekler. O zaman otobüs yok, Kayseri’ye düzenli sefer yok. Kayseri’ye gidip gelen bir kamyon gibi hurda yığma bir şey var. Ona biner şehire varır. Ordan da terminale gider. Şöyle etrafa bakınır, ne yapacak o da bilmiyor ya. Rast gele boş sayılacak bir otobüse biner. Yolculuğun nereye olduğunu bilmiyor. Otobüse binince şansı yaver gider, hiç kimse bilet filan sormaz. Zaten otobüste bir sürü boş yer vardır. Yolculuk çok çabuk geçmiştir.

Otobüs vara vara nereye vardı dersiniz? Tahminlerinizi foruma yazın. Hikayemiz devam edecek.

 

 

İkinci Bölüm: Gurbet Günleri Başlıyor

Evet, Ahmet evden kaçar, sıradan bir otobüse biner ve indiği yerde terminaldeki yazıları okuyup Konya’ya geldiğini anlar. Terminalden çıkıp dolaşmaya başlar. Etrafı iyice süzer, daha ilk defa köyün dışına çıkmıştır. İncesu ve Kayseri dışında biyeri bilmez. Nerde kalacak, ne yeyip ne içecek. Kimisi kimsesi yok bir başına Konya’da yolları eskitmektedir. Aslında o mu yolları eskitiyor, yollar mı onun ayakkabısını.

İki üç saat dor dor dolanır. Oturur bir yere çevresini seryeder. Herkes bir işle meşgul. Çalışmadan, para kazanmadan hayatta kalmak mümkün mü? Kendisinin de burda bir iş yapması lazım ki hayatta kalabilsin. Karnıda iyice acıkmış Ahmet’in. Yemek yiyecek ama böyle önünü görmeden cebindeki azıcık parayı harcamak işine gelmez. Düşünür taşınır nerden iş bulurum ben burda bir başıma kimseyi tanımam etmem ilkokulu da kaç senede bitirdim cahilliğimden başka bir şeyim de yok diye söylenir kendi kendine kızar.

Bir lokantanın önüne gider, içeri bakar. Ben lokantada çalışacak olsam tabak çanak tutmayı bilmem, kahvede çalışacak olsam bardak tutmayı bilmem diye beyin jimnastiği yapar. En sonunda karar verir, garsonluk yapamaz belki ama en azından bulaşık yıkamak için de bir maharet gerekmiyor ya. Lokantaya girip hem karnını doyuracak hem de lokantacıyla konuşup iş isteyecek. İki tabak yemek yedikten sonra lokantacıya durumunu anlatır. Buralarda yabancı olduğunu, kalacak yerinin olmadığını, çalışacak iş aradağını söyler. Eğer lokantacı iş verirse bulaşık yıkamaya yardım ederim der. Lokantacı Ahmet’i dinler ama bulaşıkçıya ihtiyacımız yok evlat der. Ahmet’ten de yemeğin parasını almaz Allah yolunu açık etsin diyerek uğurlar. Ahmet hayal kırıklığına uğramış boynu bükük gider dolanır yine. Benim yapabileceğim tek iş var o da babamın bana verdiği meslek çobanlık der. Onun için bir köye gidip şansını denemeye karar verir, düşer yollara. Ama vakit iyice geçmiş. Ahmet de yorulmuş. Şu karşı tepeye çıkayım da orda bir kelinin yada epçiğin kenarına yatıp uyurum biraz diye düşünür. Çıkınca görür ki tepenin öbür tarafında bir köy var. Hemen iner o köye caminin çeşmesinden bi su içer. Elini yüzünü yıkar. Bakar yakınlarda üç beş kişi sohbet ediyorlar. Yanlarına gider “Ben yabancıyım, iş arıyorum köyünüzde bana göre iş var mı?” diye sorar. Öğrenir ki onlar da o köyün öğretmenleriymiş. “Bu köy şehire yakın olduğundan çoğu şehire gider çalışır, sana bu köyde iş olacağını hiç sanmıyorum” der birisi. Ayak üstü sohbetten sonra Ahmet’e “bu gece gel misafirimiz ol yarın gündüz gözü ile gidersin” derler. Ahmet de öğretmenlerin evine gider sabaha kadar güzel bir uyku çeker. Sabah kalkınca bir güzel karnını doyururlar. Ahmet öğretmeleri çok sevmiştir, hepsinede teşekkür eder hakkınızı helal edin der ve köyden ayrılır. Artık yollar Ahmet’indir. Yeni bir köye doğru, yeni maceralara doğru yolculuğa devam.

 

 

Üçüncü Bölüm: İşler Yoluna Giriyor mu?

Ahmet öğretmenlerin yanından ayrılmış yollara düşmüş yine. Dağları taşları aşmış, gün inerken bir köye varmış. Caminin önüne durmuş, cemaat namazdan çıkınca kendini anlatmış “ben yabancıyım, iş arıyorum”. Adamın birisi “ne iş yaparsın evladım” diye sormuş. Ahmet de “ne iş olsa yaparım emmi, eskiden çobanlık yapardım” demiş.

Adam: “Benim 15-20 tane sığır var bakar mısın onlara?”

Ahmet: “Bakarım emmi zaten benim meslek bu.”

Adamın evine giderler, bir gelin aba birde adam ikisi yaşıyorlarmış. Yaşlılık da olunca hayvanlara bakacak onlara yardım edecek birine ihtiyaçları olmuş. Onların karşısına Ahmet’i, Ahmet’in karşısına da onları sanki Allah çıkarmış. O gün akşam da orda karnını doyururlar ve yatarlar. Sabah kalkıp işe başlar. Ahmet adamın malını götürüp yayar, gelir karnını doyururlar yatacak yer verirler Ahmet’e. Bu durum on - onbeş gün aynı böyle devam eder.

Bir gün gelin aba evde hamur yuğurur, hamur arkası oğlana biraz yağlama edip azığına koyar. Ahmet yine azığını yanına alır malı yaylalara doğru sürer. Vakit epeyi geçer Ahmet yağlamaları çıkarıp yer. Tam güneşin alnı sıcak da vurur yağlama da içini yakar Ahmet’in üstüne bir ağırlık çöker. Gider kartının altındaki buzluktan bir su içer ama iyice uyuşmuştur sıcak bir yandan yağlamanın verdiği ağırlık bir yandan Ahmet’i iyice uyku basar. Dölek bir yere gidip kafayı koyar ve tatlı bir uykuya dalar. Bir de uyansa ki çoktan gün inmiş hava kararmış. Ayın konumuna bakılırsa vakit heralde gece yarısı filan. Ahmet yattığı yerden bir fırlar sağa bakar sola bakar aşşağı bakar yukarı bakar hayvanlar yok. Etrafı iyice dolanır, her yere bakar bulamaz hayvanları.

Kayanın başına oturur düşünür. Acaba hayvanlar kendileri gitti mi yoksa kayıp mı etti hayvanları? Gidip bir baksa ahıra öğrenecek ama ya gitmedilerse hayvanlar? O zaman sahipleri mutlaka bekliyordur Ahmet’i de  hayvanları da. Şimdi ne cevap verecek Ahmet? “Uykuya daldım hayvanları unuttum. Bir de uyandım ki gece olmuş hayvan filan kalmamış ortalıkta” diye mi cevap verecek. Öyle dese Ahmet’i barındırırlar mı artık evlerinde?

Ahmet kendine çok kızar. "Oğlum Ahmet ne vardı o yağlamaları yemesen de işine baksan. Hem yaşlı adamla hem gelin abayla gül gibi geçinip gitsen. İşine bakmazsan böyle ayağın yer tutmaz. Ciğerinde kötü yaralar meydana gelmesin emi... " diye söylenir.

 

Dördüncü  Bölüm: Yürü Ya Kulum?

Bizim gariban Ahmet bir halt yedi evden kaçtı köyü terketti gitti. Yollar onu Konya’ya kadar götürdü. Hiç bilmediği yerlerde tek başına ilk günlerde çok sıkıntı çekti. Gurbet bir yandan, cahillik bir yandan çaresizliğine çare aramaktan başka yapacak birşeyi yok. İkinci gittiği köyde tam işleri yoluna koymuş, en iyi yapabildiği iş olan çobanlık Ahmet’e artık hiç sıkıcı gelmiyordu çünkü babasının kendisine öğrettiği bu mesleğin kıymetini artık anlamıştı. Böyle vasıfsız, eğitimsiz bir gariban elinden tutan olmazsa başka hiç bir iş yapamazdı. Bu tanımlara uygun biri olan Ahmet de sonunda bu gerçeği anlamıştı.

Kızılören’in saf, garip çocuğu Ahmet bazı şeylerin farkına varmış olduğu için bu gittiği köyde yaptığı işten hiç gocunmadan, sıkıntı duymadan hayatına devam etmekteydi ve günlerin bu şekilde geçmesinden rahatsız değildi. Hem yapacak işi, hem kalacak yeri vardı. Hem de az da olsa cebine para giriyor ve hiç bir masrafı olmadığı için zamanla cebinde parası birikecek diye düşünüyordu. Tek kaygısı köyünü özlemiş olmasıydı. Köyüne ait her şey gözünün önünde hayal gibi gidip gidip geliyordu. İşte bu yüzden kadının yaptığı yağlamalar Ahmet için Boğaz’da yenen balık menülerinden daha kıymetliydi. Ahmet köyünden dışarı çıkmamış şimdiye kadar zenginin sofrasında ne olur bilmez ama dağda azığında kendi köyündeki yiyeceklerden olsa Ahmet dünyanın en varlıklı insanından daha varlıklı sayacak kendini. Mesela, köyünün yoğurduyla bir gatmaaşı olsa ne yapsın Mado’nun dondurmasını profiterolünü. Ondan sonra da yurdunun en sert tütününden bir sigara sararsa puronun kralı gelse Ahmet’in gözü görmez.

Ahmet’in içinde bulunduğu durum tahlilini yaptıktan sonra hikayemize dönelim. Yağlamaları iyi eden Ahmet uykuya dalınca hayvanları kaybeder. Üçüncü bölümün sonunda da anlattığımız gibi Ahmet kendini sıkı bir muhakemeye çeker. Ne yapacağına karar vermek kolay olmamıştır çünkü bu köyde şimdiye kadar işler yolundadır. Ama hayvanları kaybetmiş bir kere Ahmet. Eğer hayvanlar kendileri gitmedilerse bundan sonra işlerin yolunda gitmeyeceği kesin. Ne kendine kızmanın faydası var bu vakitten sonra ne sövüp saymanın. Akılsız başın cezasını ayaklar çeker. Ahmet’e yol görünmüştür. Allah Ahmet’e “Yürü ya kulum” demiş sanki ama Ahmet bunu yollarda yürümekle değerlendiriyor şimdilik. Bakalım ileride nasıl değerlendirecek...

 

Beşinci Bölüm: Gurbette Ömrüm Geçecek

Ahmet o köyden de ayrılmış ve yine dağlar taşlar yollar Ahmet’e ev sahipliği görevini üstlenmektedir. Hiç durmaksızın yol giden Ahmet gün inerken artık iyice yorulur ve bir yerde yatıp uyumaya karar verir. Biraz daha yürüdükten sonra güzel bir yer bulup uykuya dalar. O yorgunlukla ne kadar zaman uyudu kim bilir. Aniden üstünde bir sıcaklık hisseder Ahmet. Gözlerini açtığında bir de bakar ki bir çoban köpeği üstüne pisliyor. Bizimki uyanır uyanmasına ama hiç sesini çıkaramaz, hareket bile etmeden köpeğin gitmesini bekler. Yoksa köpek orda onu parçalar ve kimsenin de haberi olmaz diye korkar. Köpek işini bitirip gidince Ahmet de kalkar gömleğini çıkarır. Kendi kendine düşünür bu köpek buralara gelip benim üstüme pislediğine göre yakınlarda bir köy vardır ve çoban köpeği olduğuna göre hayvancılık da olması lazım. Ha gayret Ahmet, hele şu köyü bir bul ondan sonra dinlenirsin. Etrafına bakınır şöyle yüksek bir tepeye çıkıp köyü görmesi lazım. İlerdeki tepeye çıkmak için tüm gücüyle harekete geçmiştir Ahmet. Nihayet tepeye varır aşağılara bir bakar ki aralıklarla bir sürü köy yerleşmiş.

Ahmet artık tüm yorgunluğunu unutur. Öyle ya birinde iş çıkmazsa birinde çıkar. Hemen en yakın gördüğü yere iner. Meydandaki köy çeşmesinde su içip gömleğini yıkadıktan sonra sabahın olmasını bekleyecek ama sabah olana kadar bir yerde gidip uyusa iyi olacak. Biraz bakındıktan sonra evin birinin damında ot kayılı olduğunu görür ve arkadan dolanıp dama çıkar. Otlar aynı bizim köydeki gibi kucak kucak bağlıymış. Bir kaç bağ indirip yan yana serer ve kendine yatak yapar. Bizim Ahmet rahatına düşkün otların üstünde yine uykuya dalmış. Tabiki günlerin verdiği fiziki yorgunlukla sabah olduğunda kendiliğinden uyanamamış. Sabah olduğunda evin sahibi kalkmış sağ sol derken dama bir bakmış ki otların dağınık olduğunu görmüş. İçeri seslenmiş hemen damdaki otları kim indirdi diye. İçerden bir cevap olmayınca dama çıkmış düzeltmek için. Adam bir baksa ki bizim Ahmet otların üstünde yatıyor. Hemen aşağıya seslenir “avrat tüfeği getir çabuk, damda biri var”. Evde bir bağırtı çığırtı derken Ahmet’in uykudan uyanıp vaziyeti anlaması uzun sürmemiş. Ahmet ayaklanıp durumu izah etmeye kalmadan adam Ahmet’in üstüne çullanır. Ahmet adamın haline bakıp yakayı kurtaramayacağını anlayınca adamı ittiğiyle damdan aşşağı düşürür ve kaçmaya başlar. Evdekiler adamın telaşına düştüğünden Ahmet’i kovalamazlar. Ahmet tehlikenin geçtiğini anlayınca bir yere oturur biraz soluklanır. Yine düşünür ben bu köyde de duramam artık, durursam bu adam beni görür.

Aslında Ahmet’in niyeti hiç kötü değildi ama ne yapsın olaylar böyle gelişmiştir. Ayrıca artık nereye gideceğini de biliyor çünkü yakınlarda başka köylerde var. Gidip iş isteyecek, isteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü kara. Artık daha fazla oyalanmanın faydası yok hemen yola çıkmalı, Akşam olmadan öbür köylere varmalı. İşte bu düşüncelerle yola çıkan Ahmet’in diline bir de türkü dolanır. Bu türküyü o zamanlarda düğünlerde köylerine gelen Şekip Baba’dan duymuştu. Şekip Baba Ahmet’in amcasının oğlunun düğününe de gelmişti. O düğünden aklında kalan bir türküyü mırıldanarak yolculuğuna devam eder Ahmet.

 “Gurbette ömrüm geçecek
Bir daracık yerim de yok
Oturup derdim dökecek
Bir vefalı yarim de yok
....” 

 

Altıncı Bölüm: Çayırlı Köyündeki Bal, Hoca ve Hocanın Kızı

En son gittiği köydeki macerası daha başlamadan biten Ahmet vakit kaybetmeden yeni maceralara – afedersiniz, yeni köylere – doğru seyir halindedir. Hangi köye nerden gidileceğini bilmeyen Ahmet ayrıldığı köyün yolunu dümdüz takip eder. Yol onu nereye götürürse oraya gidecektir. Saatlerce yolu takip eder ve sonunda İncesu gibi bir beldeye ulaşır. Orda da fazla oyalanmak istemez çünkü beldede kendine göre iş olmayacağını bilir. Akşam olmadan bir an önce bir köye varmalıdır.

Yine geldiği köyün yolu gibi bir başka yolu takip eder. Bu yolun sonunda bir köye çıkacağından emin değildir. O yüzden yolda giderken gördüğü bir gelin kıza “bu yol hangi köye gider” diye sorar. Kız da “Çayırlı köyüne gider” diye cevap verince içi rahat eder. Artık yolun sonu gelsin de köye varayım diye hızlı hızlı yürümektedir. Akşam olur hava kararır, nihayet ilerde köy görünmüştür. Köy aynı bizim köy gibi, gider caminin önünde oturur. Yatsı namazından sonra çıkan cemaate yine iş aradığını yabancı olduğunu filan söyler ama bu köyde sahip çıkan olmaz. Kimse yüzüne bakmaz. En son herkes gidip hoca camiyi kilitlerken hocaya yalvarır “hocam Allah rızası için bana yardım et, ben köyün yabancısıyım, kalacak yerim de yok nereye gideyim” der. Hoca da “bu vakitte seni nereye göndereyim, en iyisi gel bizim evde kal bugün, yarın bakarız bir yoluna sabah ola hayr ola” diye cevap verir.

Ahmet hocayla birlikte evlerine gider. Hoca kızına “Kızım, dip eve bir yatak ser misafirimiz var” der. Kız yatağı hazırlayıp gelir. Ahmet’i yatırırlar ve kendileri de yatarlar. Ama bir şeyi unuturlar. Ahmet’in karnı devlet senfoni orkestrası gibi sesler çıkarmaktadır açlıktan. Ev sahipleri Ahmet’e aç olup olmadığını sormazlar, hiç bir yemek vermeden yatırırlar. Ahmet de mahçubiyetten sesini çıkaramaz ve mecbur yatar. Vakit iyice geçer, herkes uyur ama Ahmet uyuyamaz açlıktan. Sağına soluna kıvranır yatakta döner durur. Sabah olmak bilmez Ahmet için. Artık dayanamaz kalkar evin içinde kaplıkların olduğu yere gider. Karanlıkta tam seçemez hiç bir şeyi ama önünde testiye benzeyen üç dört tane küçük küp görür. Birinin içine elini daldırır, kuru nohut çıkar. Ötekine daldırır mercimek gibi bir şey. Üçüncüsüne de elini daldırır bakar ki cıvık bir şey. Elini çıkarıp tadına bakar ve bunun süzme bal olduğunu anlar. Parmağı ile biraz yer ama doymaz. Tek parmakla olmayacak bu iş deyip elini daldırır küpün içine. Bu sırada da vakit sabaha yaklaştığından hoca namaza gidecek, kızı da ona abdest suyu hazırlamak için kalkarlar. Ahmet de bunların kalktığını görünce yakalanmamak için hemen yatağının olduğu yere gider. Acele ile bal dolu küpü yerine bırakamaz çünkü elini de iyice küpe daldırmıştır ve elini çıkarıp küpü yerine koyacak olsa her yere bal dökülecektir, eli de yapış yapış baldır. O da elini küpün içinden çıkarmadan yatağına geçer. Bir eli bal küpünün içinde, yatağa yatar ve küpün üstünü örter. Hocanın kızı Ahmet’in yattığı yere gelip seslenir :

“Abi, sen de namaza gidecek misin, babam soruyor?”

“Yok ben bugün çok yoruldum bu sabah yatayım, hem seferi sayılırım”

“O zaman üstünü çek de yat bu ev serin olur sabah, yel girmesin”

Bunun üzerine Ahmet boşta olan eli ile bir yanını çeker.

Kız: “Öbür tarafını da çeksene” der. Ahmet de o taraftaki eli bal küpünün içinde olduğundan boşta olan eli ile öbür tarafına uzanıp örtmeye çalışır. Ahmet’in tek elini kullandığını gören kız senin bir elin yok mu diye sorar. Ahmet “var” diye cevap verir. Kız “var da niye kullanmıyorsun göster bakalım” der.

Ahmet şimdi zorda kalmıştır çünkü bu sefer yaptığı gerçekten kötü bir şeydir ve yorganı kaldıracak olursa elindeki bal küpü meydana çıkacaktır. Hem de Ahmet bunu saklamaya çalışmış olduğundan başına iş açmış olacaktır.

Şimdi ne olacak bizim bahtsız Ahmet’in başına hep böyle şanssız işler mi gelecek? Aceba küpü görecekler mi ya da kız küpü görürse Ahmet hocayı ve kızını nasıl atlatacak? Bundan sonra Ahmet’i neler bekliyor? Bekleyelim görelim.

 

7. BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE... DOLMAKALEM

 

Bu anı ile ilgili yazılanları okumak ve yorum yazmak için tıklayınız.

 

uggs sko louis vuitton oslo nike sko polo ralph lauren dame louis vuitton norge oakley norge parajumpers norge oakley briller polo ralph lauren salg moncler jakke ray ban solbriller canada goose norge ray ban norge woolrich jakke parajumpers salg

cheap uggs canada ralph lauren canada cheap ugg boots canada polo ralph lauren canada belstaff uk belstaff jacket woolrich sale woolrich uk belstaff sale hollister sydney hollister australia